TAŞLARIN ELİNE GELDİĞİ ZAT

Osman Bedreddin Efendi, 1850 yılında Erzurum’un Abdurrahman Ağa Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Babası Selman-ı Sükûti Efendi, annesi Esma Hanım’dır. Osman Bedreddin üç yaşında iken babasını kaybeder.

Dokuz yaşında Kuran-ı Kerim’i ezberleyerek hafız olur. İlk derslerini Erzurum’daki hocası Mehmed Tahir Efendi’den almış, Arapçayı öğrendikten sonra tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerine yönelir.

Hocası Mehmed Tahir Efendi’nin tüm bildiklerini öğrettiğini ve kendisine başka hoca aramasını tavsiye eder.

 Bu arada Buhara’dan gelip Erzurum’un Ebu’l-Kasım köyüne yerleşen kısa zamanda hoş sohbetiyle çok sevilip sayılan, ilmi ve şöhreti çevreye yayılan Seyyid Ahmed Merami’nin yayına giderek kendisinden ders almak istediğini arz eder.

Osman Bedreddin, Erzurum’dan Ebu’l-Kasım köyüne yaz, kış, kar, tipi, fırtına ve yağmur demeden yedi yıl boyunca her gün muntazaman derse devam eder. Hatta bir kış tipiden donma tehlikesi geçirir. Kendi ifadesiyle Hızır (a.s.) tarafından kurtarılır.

Ahmed Merami’nin yanında ilmini tamamladıktan sonra hocasının tavsiyesi üzerine bir mürşid-i kâmil aramaya başlar. Bu esnada yine hocasının tavsiyesi üzerine 27 yaşında orduya katılır.

Hafız Osman Bedreddin’i artık uzun bir askerlik görevi beklemektedir. O yıllarda Doğu Anadolu’nun yaşadığı tüm sıkıntıları Osman Bedreddin de yaşayacaktır.

1877-78 yıllarında Osmanlı - Rus savaşı patlak vermiş ve Erzurum’da büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu savaşta Osmanlı komutanı Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Erzurum Kalesi’ne çekilerek hattı müdafaaya çalışır. Savaşın kazanılmasını sağlayacak bu müdafaa ile harbin sonucunda düşündüğü taarruz için Erzurum halkının moralini ve manevi gücünü yükselterek savaşta başarı sağlamak gayretindedir. Bu ortamda halkta mücadele gücünü arttırmak ve halkı heyecanlandırmak için bir kıvılcıma ihtiyaç vardır.

Harbin başlamasının ertesi günü olan 8 Kasım 1877’de Osman Bedreddin, sabah Ayaz Paşa Camiinden ezan okur. Ezanı öyle ihlâs ve sadâkatle öyle okurdu ki, Erzurum’un dağı-taşı, deresi, tepesi, yamaçları, ağaçları sanki dile gelmiş, ezanı tekrar ediyordu. Ezan sesi dalga dalga yayılıyor, ufukları aşıyordu. Okunan ezan halka bambaşka bir şevk ve cesaret vermişti. 

Bu ezan halkı düşman karşısında cesaretlendiren kıvılcım olmuştu. Erzurum halkı, bu ezan sesinden çok etkilenerek camiye koşar, sabah namazını kılan halk, hızlıca evlerine dağılarak düşmanla savaşmalarına silah olarak yardımcı olacak kazma, kürek, balta, dehre, orak, tırpan, yaba vs. ne varsa bir şey bulamayanlar da taş ve sopaları yanlarına alarak cepheye koşarlar. Erzurum halkının da desteğiyle ordu güçlenmiş ve Rus ordusu dağıtılarak geri püskürtülmüştür.

Savaşın başladığı sabah, okuduğu ezanla halkı heyecanlandıran Osman Bedreddin, düşmanla ön saflarda çatışarak Erzurum halkına büyük bir cesaret örneği olmuştur. Gazi Ahmed Muhtar Paşa, halkı bu derece heyecana getiren ezan-ı Muhammedi’yi kimin okuduğunu öğrenmek istedi

Bu husus Gazi Ahmed Muhtar Paşaya arz edilirken, orada bulunan cephe kumandanı Kurt İsmail Paşa onun ismini duyar duymaz ileri çıkıp heyecanla Paşanın yanına yaklaştı ve şöyle dedi:

- “Paşam, ezanı okuyan zatı tanıdım. Erzurumlu Miralay Bahri Beyin kumandasında, heybetli, vakarlı, temkinli hareketleriyle ve bilhassa düşmana taşla hücumu dikkatimi çekmişti. Elinde silâh yoktu. Düşmanı taşla kovalıyordu. Attığı taş mutlaka hedefine ulaşıyor ve bir düşman askerini öldürüyordu. Onun taş atması, düşmanı bir bir yıkması şaşılacak bir hâldi. Çok dikkatle seyrediyordum. Bu zatta manevî bir hâl var, diye düşünüyordum. Bu sırada kulağıma gazaya katılan iki Erzurumlu kadının konuşmaları geldi. Nene Abla adında bir kadın;

- ‘Hatice bacı, bak görüyor musun? Selman Efendi’nin oğlu Hafız Osman Bedreddin Efendi düşmana taş atarken ikinci bir taşı atmak için yere eğilip almasına lüzum kalmıyor! Taş kendiliğinden eline yükseliyor o da atıyor’ diyordu.

Bu sözü duyunca daha dikkatli baktım. Söylenen gerçekten doğruydu; hâdiseyi gözümle gördüm. O, yere eğilmeden taş eline geliyor, alıp atınca bir düşmanı yıkıyordu. Bu kahramanın veli bir zat olduğunu anladım ve kerametini gözlerimle gördüm” deyince, Gazi Ahmet Muhtar Paşa:

- “Onu bana geti­rin” diye yaverlerine emretti.

Etrafa dağılan yaverler ve çavuşlar ezanı okuyan zatı arayıp buldular. Bu zat, Erzurum'un Abdurrahman Ağa Mahallesi’nden Hoca Selman Sükûtî Efendi’nin oğlu Hafız Osman Bedreddin idi.

Hafız Osman Bedrettin'i Paşanın karşısına getirirler. Gazi Ahmed Muhtar Paşa Hafız Osman Bedreddin’e iltifatlarda bulunur ve onu 28. Alayın 3. Tabur imamlığına tayin eder. Osman Bedreddin tabur imamı olduktan sonra kendisi “İmam Efendi” diye anılmaya başlanır.

28. alay 1882 yılında Diyarbakır’a kaydırılır. Diyarbakır’daki görevi sırasında bir arkadaşı Palu’ya gideceğini söyleyince, İmam Efendi bunun sebebini sorar. Arkadaşı orada büyük bir şeyhin bulunduğunu, amacının bu büyük şeyhi ziyaret etmek olduğunu belirtir. İmam Efendi önce: “Öyle şeyhleri ben çok gördüm” der. Arkadaşının ısrarı üzerine İmam Efendi de gitmeye karar verir. İkisi birlikte Palu’nun yolunu tutarlar

Hocasının tavsiyesi üzerine aradığı mürşid-i kamilini Palu’da bulur. Tamamlamış olduğu ilm-i zahirin yanında tasavvufi ilim ve terbiyesini de Palu’da Seyyid Mahmud Saminî Efendi’nin yanında tamamlayarak onun halifesi olur.

İmam Efendi, daha sonra vazifesi icabı askerî taburla birlikte Dersim’e gider. Taburu Dersim'den Çemişgezek’e gönderilince, senelerce orada hizmet eder. Palu’ya sık sık hocası Mahmud Samini Efendi’yi ziyarete giden İmam Efendi, onun duasını alır ve sohbetini dinleyip geri dönerdi. Bu hal Mahmud Samini’nin vefatına kadar on sekiz yıl sürdü.

İmam Efendi, otuz senelik askerlik hizmetini 1909 senesinde tamamlayarak emekliye ayrılıp Harput’a yerleşir.

Bundan sonra tamamen ilimle meşgul olan ve tasavvufi faaliyetleriyle hayatını sürdüren İmam Efendi, 17 Ekim 1924 Çarşamba gecesi Harput’ta vefat eder. Harput’ta Meteris mezarlığına defnedilir. Daha sonra kabri üzerine yapılan türbe ziyaretgâhtır.

Geniş bilgi için bakınız:

Süleyman Yapıcı, Harput Bir Havza Kültürünün Manevi Hüviyeti Âlim- Müellif ve Mutasavvıfları, Genişletilmiş İkinci Baskı, c.2, s. 149-166; Süleyman Yapıcı, Milli ve Manevi Hamurumuzu Yoğuran Aziz Şehrin Aziz İnsanları, İlaveli İkinci Baskı, s. 655-672.

29.09.2023

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi